23 Aralık 2008 Salı

Yilbasinda Istanbul'da olacagim! / Visiting Istanbul for the New Year!

Bugün Kanada'daki bu yıl geçireceğim son gün! Yarın hayırlısıyla Kanada saatiyle (GMT -5:00, yani Türkiye -7:00 :) ) sabah buradan yola çıkacağım ve ertesi gün (25 Aralık Perşembe) sabahı Türkiye'de olacağım. 4 Ocak'ta da dönüyorum

Dönmeden özellikle İstanbul'da olanlarla bir görüşmek istiyorum. Şu an planladığım tarih 2 Ocak Cuma akşamı. Mekan, saat gibi detaylar belirlenir, haberleşiriz ;)

Bu arada buralarda günler nasıl geçiyor diye merak edenler, bir AIESEC Stajyeri/iş arkadaşımın hazırladığı şu kısa sunuma göz atabilirler.

Bir de unutmadan -yeni Web 2.0 çılgınlığımız: friendfeed.com. Diğer bütün Web 2.0 araçlarını bir araya getiriyor (Facebook, Blog, Google Reader, Twitter, vs) ve kullanması çok kolay, bu yüzden hayatı da kolaylaştırıyor. En iyisi siz siteye üye olun, Facebook uygulamasını da ekleyin, o zaman otomatik arkadaş oluyoruz zaten (eğer Facebook'ta zaten arkadaş isek). Gerisini kendisi hallediyor.
Kehanetim bunun da Facebook gibi çok büyüyeceği, ancak büyümesi için diğer Web 2.0 hizmetlerinin biraz daha yaygınlaşması gerekiyor. O yüzden tahminim 2009 sonuna doğru üniversite gençliğinin büyük kısmının ff kullanıcısı olacağı yönünde.
Beni yakından tanıyanlar, Facebook'un Türkiye'de nasıl patlayacağıyla ilgili fikirlerimi duymuşlardı (yanlış hatırlamıyorsam 2008 başlarıydı). Bakalım ff ile ilgili kehanetim de tutacak mı?

Herkesin yeni yılı kutlu olsun!

---

Today is my last day of 2008 in Canada! Tomorrow morning (Canada time, or GMT - 5:00, 0r Türkiye -7:00 :) ) I will depart from Ottawa and insallah arrive to Istanbul the next morning (25th December Thursday). I will come back on 4th January, 2009.

Before coming back, I want t0 meet with whoever is in Istanbul, probably on 2nd January Friday night. Details such as time and location will be specified, we'll be in touch ;)

By the way, those who are interested in how my life is going on here can have a look at this short presentation that one of my colleagues/AIESEC-intern-friends prepared.

Ah, and before I forgot - our new Web 2.0 craziness is friendfeed.com. It brings all the other Web 2.0 tools (such as Facebook, Blogs, Google Reader, Twitter, etc), and it's very easy to use, so it makes life easier. Just be a member of the site, and add the Facebook application, and we'll be automatically friends (if we're already friends on Facebook). It handles the rest.
My prophecy about this is that it will grow just like Facebook, but it requires people to use other Web 2.0 services first. So I guess by the end of 2009, a big portion of university youth will be a user of ff.
Those who know me well, had heard about my ideas on how fast Facebook will spread in Turkey (I guess it was in early 2008). Will my prophecy about ff will be true?

I wish all of you a very happy new year!

21 Kasım 2008 Cuma

Photos from Toronto'dan Fotoğraflar

Toronto fotoğrafları Facebook'a taze yüklenmiştir.

Aslında yazmak da istiyordum ama bu aralar işler yoğunlaştı. İlerleyen günlerde de büyük ihtimal motivasyonumu yitireceğim için çok geç olmadan fotoğrafları yükleyeyim dedim.

Yani yazının garantisi yok ama, fotoğraflar için lütfen Facebook profilimi ziyaret edin ya da şöyle buyrun.

---

Photos of my trip to Toronto have been freshly uploaded.

I wanted to post an entry as well, but my work schedule turned out to be quite packed nowadays. Since I will most probably lose my motivation to write in the coming days, I wanted to upload the pictures right away.

So there is no guarantee for a post, but for the photos please visit my Facebook profile or follow me this way.

14 Kasım 2008 Cuma

Toronto

Bu hafta sonu Toronto'da olacağım. Ne kadar internet erişimim olur bilmiyorum, o yüzden bana ulaşamazsanız şaşırmayın :)

Sevgiler :)

----

I'll be in Toronto this weekend. I don't know if I will have internet access, so don't worry if you can't reach me :)

Take care :)

12 Kasım 2008 Çarşamba

What Remembrance Day in Canada made me think / Kanada'da Anma Günü'nün getirdikleri

I still know a little about Canadian history. I know, though, that yesterday (November 11th) was Remembrance Day in Canada.

Let's see what the Sunday Telegraph (thanks for the link, Emily) wrote about Canadian martyrs and this country's role in the international area, back in April 2002:
LONDON - Until the deaths last week of four Canadian soldiers accidentally killed by a U.S. warplane in Afghanistan, probably almost no one outside their home country had been aware that Canadian troops were deployed in the region. And as always, Canada will now bury its dead, just as the rest of the world as always will forget its sacrifice, just as it always forgets nearly everything Canada ever does.
Reading this paragraph over and over again gives me a complex mixture of feelings.
First of all, it disturbs me. Canada, such an idealistic country that almost dedicates itself to have the highest living standards in the world, makes such big sacrifices.

Then it makes me think of my own country -Does the world know the sacrifices that my ancestors made to defense their own country? What about all our martyrs of the southeastern borders area that have fought against terrorists!? What about our soldiers we lost in NATO forces in Korea?

Well, these two countries might not be known around the world, but tell me, which country is known anyway? In his book Confessions of an Economic Hit Man, John Perkins writes about how he pulled the trigger against the economies of different countries around the world, those of which are mostly from Latin America.

There are so many things going on in this world, yet we know so little of them.
Or maybe we know the ones that are shown to us, the ones that we see. What is the picture you think of when you hear about "the terrorist attacks?". When I hear it in English, I think of 9/11.
The world knows what the USA shows it, and the USA shows the world what matters to itself. And that makes sense. Any entity with such powers would do the same.

I got into so deep thoughts while writing this post... I start to feel confused.

As Turkish people, we love talking about how the rest of the world make plans about our country (then we subconsciously blame others for still not being able to move from an "emerging market/developing country" level to a "developed country" level). I think with Canada, the situation is just the opposite. They take such a big part in shaping the world's history, but still (rightfully) they complain that nobody cares.
On the other hand, it looks like it's not that only Canada is ignored. Pretty much, no other country outside the US (except China nowadays, which has its own HUGE problems) is given that much of an attention. (And considering that US is around for only the last couple of centuries, [sorry friends from US, but] I really question how much they deserve it. My questioning wouldn't change much, though. Apparently it deserves this so that it's residents live in such a wealth.)

I don't know how to finish this post. I didn't have a point in mind when I started writing it. But it gave me a good food for thought. Oh, I remember, I had one actually: that the world is not a perfect place, and it's not always just. That's why we, as responsible world citizents (and yes, you are included as you kept reading such a [probably] boring post [for many people] until here) should strive to make a change in the world.

-------------------------------------------

Kanada tarihi hakkında hala çok az bilgim var. Gene de, dünün (11 Kasım) Kanada’da Anma Günü (Remembrance Day -üzgünüm bu konuyla ilgili düzgün Türkçe yazı bulamadım internette, tam Türkçe karşılığının da “Anma Günü” olduğundan emin değilim -ç.n.) olduğunu biliyorum.

Bakalım Sunday Telegraph (Bağlantı için arkadaşım Emily'ye teşekkür ediyorum) Kanadalı şehitler ve bu ülkenin uluslararası alandaki rolü ile ilgili, 2002 Nisanı'nda neler yazmış:

LONDRA - Geçen hafta Afganistan’da 4 Kanadalı askerin bir Amerikan savaş uçağı tarafından yanlışlıkla öldürülmesinden sonra, muhtemelen şehitlerin kendi ülkelerinin dışındaki kimse bu bölgede Kanada askerlerinin varlığından haberdar değildi. Ve her zaman olduğu gibi, Kanada şimdi ölülerini gömecek; aynı her seferinde bütün dünyanın Kanada’nın yaptığı fedakarlığı unuttuğu gibi, aynı bütün dünyanın onun yaptığı hemen her şeyi her zaman unuttuğu gibi...

Bu paragrafı tekrar tekrar okumak, karmaşık duygular hissetmeme neden oluyor.

Her şeyden önce, beni rahatsız ediyor. Kanada gibi, neredeyse kendini dünyanın en yüksek yaşam standartlarına sahip olan ülke olmaya adayacak denli idealist bir ülke, bu kadar büyük fedakarlıklar yapıyor.

Sonra kendi ülkemi düşündürtüyor bana. Dünya benim atalarımın kendi vatanlarını savunmak için katlandığı fedakarlıkları biliyor mu? Peki ya güneydoğu sınırımızda teröristlere karşı verdiğimiz bütün o şehitlerimizi!? Ya Kore’de NATO birliklerinin içinde kaybettiğimiz askerlerimizi?

Tamam, Türkiye ve Kanada dünyada yeterince bilinmiyor olabilir, peki bana söyler misiniz, hangi ülke biliniyor ki? John Perkins, Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları adlı kitabında, başta Latin Amerika ülkeleri olmak üzere dünyanın farklı ülkelerinin ekonomilerine karşı tetiği nasıl çektiğini anlatıyor.

Biz çok azını biliyor olmamıza rağmen, dünyada dönen o kadar çok şey var ki.

Ya da belki de biz sadece bize gösterileni biliyoruz, yani gördüklerimizi. “Terörist saldırılar” deyince aklınıza hangi resim geliyor? Bu kalıbı İngilizce duyduğum zaman, benim aklıma doğrudan 11 Eylül saldırılarının resmi geliyor. (Türkçe duyunca, ülkemizde de ne yazık ki terör olması ile alakalı olacak, patlayan bombalar geliyor ilk başta -ç.n.). Dünya, Amerika kendisine ne gösterirse onu biliyor; Amerika da dünyaya sadece kendisi için önemli şeyleri gösteriyor. Aslında bu da mantıklı. O kadar güce sahip olan her kurum aynı şeyi yapardı herhalde.

Bu yazıyı yazarken o kadar derin düşüncelere daldım ki... Kafam karışmaya başladı.

Biz Türkler, dünyanın geri kalanının bizim hakkımızda nasıl planlar yaptığından bahsetmeye bayılırız (böylece bilinçaltımızdan “büyüyen pazar/gelişmekte olan ülke” konumundan “gelişmiş ülke” seviyesine gelemeyişimizin suçunu başkalarına atmış oluruz). Sanıyorum Kanada’da durum tam tersine dönmüş. Dünya tarihinde bu kadar büyük yer almış olmalarına rağmen, hala (haklı olarak) kimsenin kendilerini kale almadığından şikayetçi oluyorlar.

Öte yandan, görünüşe göre tek göz ardı edilen Kanada değil. Aslında dünyada (bugünlerde, kendine özgü DEV sorunları olan Çin dışında) Amerika haricinde hiçbir ülkeye o kadar da bir önem verildiği yok. (Ki ABD’nin sadece son birkaç yüzyıldır ortalarda olduğunu düşünürsek [Amerikalı arkadaşlarımdan özür diliyorum ama,] ülke olarak gerçekten bunu ne kadar hak ettiğini sorguluyorum. Gene de benim sorgulamam çok bir şey değiştirmiyor. Anlaşılan hak ediyor olmalılar ki, ülkenin sakinleri bu kadar zenginlik içinde yaşıyor.)

Bu yazıyı nasıl bitireceğimi bilmiyorum. Yazmaya başlarken kafamda çok bir şey yoktu. Ama düşünmek için güzel bir malzeme oluşturdu. A hatırladım, şey vardı: Dünya kusursuz bir yer değil, ve her zaman adil de değil. Bu yüzden bizim, sorumlu dünya vatandaşları olarak (evet,bir çok insan için muhtemelen bu kadar sıkıcı sayılabilecek bir yazıyı buraya kadar okuduğunuz için, siz de bu sınıfın içine giriyorsunuz) dünyada bir fark yaratmak için sürekli bir uğraşı içinde olmamız gerekiyor.


7 Kasım 2008 Cuma

Sıradan bir mucize / An ordinary miracle

İnsan evinden ne kadar uzaklaşırsa, kendisine o denli yakınlaşıyor.
Kendisine yaklaştıkça, hayat da ona yaklaşıyor.
The further you get away from home, the closer you get to your own self.
As you get closer to yourself, so does life.



It’s not that unusual
O kadar da sıradışı değil
When everything is beautiful.
Her şey bu kadar güzelken.
It’s just another ordinary miracle today.
Bugün, sadece başka bir sıradan mucize.

The sky knows when its time to snow,
Kar ne zaman yağacığını bilir,
Don’t need to teach a seed to grow.
Tohuma büyümeyi öğretmek gereksiz
It’s just another ordinary miracle today.
Bugün, sadece başka bir sıradan mucize.

Life is like a gift they say
Hayat hediye gibi, derler
Wrapped up for you everyday;
Her gün senin için sarılmış;
Open up and find a way
Aç ve kendine bir yol bul
To give some of your own.
Başkalarına da verebilmek için

Isn’t it remarkable?
Bu olağanüstü değil mi?
Like every time a rain drop falls,
Her yağmur damlasının düşüşü gibi,
It’s just another ordinary miracle today.
Bugün, sadece başka bir sıradan mucize.

Birds in winter have their fling
Kışın gençlik çılgınlıklarını yapar kuşlar
But always make it home by spring.
Gene de bahara evi bulurlar.
It’s just another ordinary miracle today.
Bugün, sadece başka bir sıradan mucize.

When you wake up everyday
Her sabah uyandığında
Please don’t throw your dreams away;
Lütfen düşlerini kenara atma;
Hold them close to your heart
Kalbine yakın tut onları
Cause we’re all a part
Çünkü hepimiz parçalarıyız
Of the ordinary miracle.
Sıradan mucizenin.
Ordinary miracle
Sıradan mucizenin

Do you want to see a miracle?
Bir mucize görmek ister misin?

It seems so exceptional
Çok istisnai gibi
That things just work out after all.
Her şeyin bir şekilde yürümesi
It’s just another ordinary miracle today.
Bugün, sadece başka bir sıradan mucize.

Sun comes up and shines so bright
Güneş çıkar ve parıldar
And disappears again at night.
Ve gece yeniden kaybolur
It’s just another ordinary miracle today.
Bugün, sadece başka bir sıradan mucize.

It’s just another ordinary miracle today.
Bugün, sadece başka bir sıradan mucize.


Sarah McLachlan

4 Kasım 2008 Salı

Ottawa'da Ekim Sonu



Sevgili arkadaşım,

Mailine ancak cevap verebiliyorum, cunku daha ofise yeni geldim bugun. Bu sabah Ottawa Sehir Binasi'nda (City Hall :) ) Turk Bayragi cekildi, Vali ve Turk Baskonsolosunun katilimiyla bir 29 Ekim Cumhuriyet Bayrami kutlamasi yaptik :) Dun gece baslayan kar firtinasinin etkileri hala surmesine ragmen, bence
 gayet basarili bir etkinlik oldu; yaklasik 30 kisi katildi...

 Dun de AIESEC Carleton subesinin bir "Wine and Cheese" etkinligi vardi. Bildigin kokteyl iste, onlar "Sarap ve Peynir" diyorlar adina :P Alumniler, firma yetkilileri, uyeler, stajyerler... he
pimiz bir araya gelme firsati bulduk. Cok guzel bir etkinlikti, bircok insanla tanistim. 
Bir de benden kucuk bir konusma yapmami istediler. Neredeyse
 
hic hazirlik yapma firsatim olmadan, sonrasinda takdir toplayacak seviyede bir konusma yapabildim. Insanlar duygusal oldugunu soylediler konusmamin :) Ne yapayim, isin icine AIESEC girince biliosun beni :)
 
Fotograf makinemi goturmeyi unuttum ama alacğım insallah arkadaslardan, bir yerlere yuklemeyi umuyorum :)

3 Kasım 2008 Pazartesi

29 Ekim'deki bilinç akışımın zihin haritası


Bir süredir yazmıyordum.

İnternette sansürden o kadar bahsettikten sonra Türkiye'de Blogspot.com'un (yani neredeyse bireysel blogların tamamının) kapatıldığı haberi canımı burada gerçekten çok sıktı. Neyse bu konuyu daha fazla konuşmak istemiyor ve sizi 29 Ekim Cumhuriyet Bayarmımızda yarattığım enteresan bir çevirimdışı blog gönderisi ile başbaşa bırakmak istiyorum.

Görmek için yukarıdaki resme tıklayabilirsiniz.

Şimdi bu çok okunaklı olmayabilir, o yüzden PDF versiyonu için şöyle buyrun.

15 Ekim 2008 Çarşamba

Kampanya.org.tr

Bir önceki yazıyı yazarken ve link arayışı içinde internette sörf yaparken eksisozluk’un logosunun kendi kendini sansürlediğini fark ederek hemen faremle üstüne gittim. Konuya şahane oturan bir söz çıktı: “Bir insanın bildiğini zannettiği bir şeyi öğrenmesi imkansızdır.” Tıklayınca Kampanya.org.tr’nin büyük başlığını (banner’ını) gördüm. Tıkladım.

Okudum, kampanyayı desteklemeye karar verdim. Siz sevgili okuyucuma da eyleme geçmenizi öneriyor, hassasiyetiniz için teşekkür ediyorum.

 

12 Ekim 2008 Pazar

Ve açılış sayfam artık Google Reader

Son zamanlarda içinde bulunduğum açılış sayfası karmaşası an itibarıyla çözüme ulaşmış bulunuyor!

Nedir efendim "açılış sayfası karmaşası"?
Belli bir tecrübeye sahip internet kullanıcılarının tahmin ettiği üzere, varsayılan internet tarayacınızı (ki bu benim için pek sevdiğim Mozilla Firefox 3 demek, her ne kadar çoğunluk Microsoft'un zoruyla Internet Explorer kullanıyor olsa da) açtığınız zaman karşınıza çıkan "açılış sayfası"nın ne olacağına karar verememe sendromudur. Uzun yıllar bu amaçla boş bir sayfa kullandıktan sonra, tercihimi bu sayfanın objektif bir gazetenin web sitesi olması yönünde değiştirdim. Bu karardan sonra "Türkiye'nin Açılış Sayfası" Hürriyet'in benim açılış sayfam olma şansı kalmadı tabii ki. Edindiğim bilgilere göre, (tersini de iddia edenler olmakla birlikte) nispeten elimizde kalan en objektif gazete olan Akşam Gazetesi'nin sayfasını açılış sayfası olarak kullanmaya başladım. Uzun süre beni bu konuda motive eden temel nokta, Serdar Turgut'un burada yazması idi. Ama üzgünüm, artık eksiler artıları geçmeye başladı. Nedense son zamanlarda haberler yeterince dolu gelmedi. Diğer tarafta uzun zamandır beni rahatsız eden site tasarımı... Son olarak Cumhuriyet Gazetesi'nin artık internette haber yayınlayan bir web sitesi olduğunu öğrenince, "Artık değiştirmenin zamanı geldi" diyerek açılış sayfamı (tarafsız olmadığını bilmeme rağmen) Cumhuriyet'in sayfası ile değiştirdim.
(Aslında genel olarak siyasi görüşüm Cumhuriyet Gazetesi'ninkine yakın olsa da, Richard Carleson'ın Ufak Şeyleri Dert Etmeyin'de bahsettiği gibi, her zaman kendi görüşümüze yakın yayınları okursak anlama kapasitemizi çok sınırlayacağımıza inanıyorum. Bu yüzden Zaman Gazetesi'ni de del.icio.us üzerindeki yer imlerime ekledim, onu da okuyacağım zaman zaman, dengelensin diye ;) [Bu arada del.icio.us'un Firefox 3 toolbar'ına her iki haftada bir login olmak gerekmesi ve abidik gubidik şifreler gerektirmesi sebebiyle gıcık olduğum için az önce digg.com üyesi oldum. Sanırım artık daha çok onu kullanacağım, beni oradan da takip edebilirsiniz.] )

Sonra Cumhuriyet Gazetesi'nin açılış sayfam olduğu günlerin tadını çıkarmaya başladım. Ama bu çok uzun sürmedi :) Çünkü o sevimli RSS ikonuyla, yani
ile karşılaştım. Bu da bana sitedeki içeriği Google Reader ile takip edebileceğimin sinyalini veriyordu. Ben de o an kararımı verdim ve açılış sayfası karmaşası son bulmuş oldu! Google Reader'ı açılış sayfam yaparak sadece Cumhuriyet'i okuyabilmek ile kalmayacak, aynı zamanda takip ettiğim RSS desteği olan diğer siteleri (arkadaşlarımın blogları dahil!) aynı sayfa içinde görebilecektim. Şahane!

Ve bir Google ürünü, hayatımıza bir çözüm daha sunmuş oldu!

11 Ekim 2008 Cumartesi

Kendi bulaşığını yıkamanın verdiği ilginç mutluluk

Kanada'ya geldiğimden beri bazı konularda inanılmaz disiplinli bir insan oldum. Örneğin evde yemek yediğim her zaman (ki İstanbul'daki yaşamımın tersine burada çoğunluğu oluşturuyor), ürettiğim bulaşığı anında yıkıyorum. Başlarda biraz zorlandım ama şu an süper bir alışkanlık olduğunu düşünüyorum.

Kulağa biraz tuhaf gelebilir ama bulaşık yıkamak enteresan bir mutluluk veriyor bana. Yani hayır, en zevk aldığım şeyler arasında değil tabii ki bulaşık yıkamak :) Ama kendi oluşturduğum kirli tabak, bardak ve bilimum çatal türevi bıdı bıdıları yıkayınca bir temizlik duygusu hissediyorum. Hani dişlerinizi fırçalayınca hissedersiniz ya, onun gibi :) Arkanızda kirli bir masa veya kirli tabaklar bırakmayarak, aynı zamanda ev arkadaşınıza da saygılı davranmış oluyorsunuz.

Güzel bir şey ya bi de böyle süngerle, köpük köpük :)

10 Ekim 2008 Cuma

Hep yazmak isteyip 40 yılda 1 yazmak

Biliyor musunuz? Başka bir ülkede yaşamaya başlayınca insan, nedense her farklı gördüğü şeyi anlatmak istiyor. "Keşke yanımda sevgili arkadaşım ... ya da ailemden ... olsa" diyor. Sonra aklınıza farklı fikirler, düşünceler de geliyor; yaşadığınız ülke ile kendi ülkenizi karşılaştırdıkça. Onları da paylaşmak istiyorsunuz.

Eğer bu farklı ülkeye gelmeden hemen önce internet günlüğü yazmaya başladıysanız, bunların hepsi kafanızda "blog postları" biçiminde şekilleniyor. O an imkanınız olsa, hemen klavyeye sarılıp (artık kağıt-kaleme sarılmıyoruz) şahane bir ileti göndereceksiniz dünyaya. Ama işin kötüsü bu düşünme zamanları genelde dışarıdayken, otobüsteyken vs. oluyor. Sonra işe varıyorsunuz, iş var yapacak (olmasa da ofiste açıp blog yazmak biraz garip kaçabilir :) ). Eve varıyorsunuz, yorgunsunuz, bir de ev işleri vs. (burda bulaşık makinem ve haftalıkçı Havva Abla'm olmadığını söylemiş miydim? :) ) var.

Yani, ciddi söylüyorum, yazmayı düşündüğüm her şeyi yazsam, burdakinin en az 20-30 katı içerikle doldururum burayı! Özellikle geçtiğimiz kısa Türkiye ziyaretimde ailemden birçok kişinin ara sıra yazdığım bu sanal alanımı takip ettiğini öğrendikten sonra, inanın bana her şeyi blog yazısı olarak düşünüyorum (İngilizcesi: I'm thinking in terms of blog posts :) ). Bugün markete ekmek almaya gittiğimde onlarca blog yazısı ürettim kafamda, cidden!

Neyse, anlaşılan bu da bir alışkanlık. Hayatta ulaşmak istediğimiz şeyler için alışkanlıklarımızı değiştirmemiz gerekiyorsa, "alışana kadar" mücadaleyi sürdüreceğiz :) Özellikle ulaşmak istediklerimiz arasında sevdiklerimizle iletişim halinde olmak da varsa!
--
Alışkanlık demişken, Ingilizce bilenlerimiz icin: www.stephencovey.com
(Söylemeden yapamazdım :) )

7 Ekim 2008 Salı

Ben ve valizim eve vardık

Merhaba herkese :)

Dün öğlen (Kanada saatiyle 11:00 suları) Ottawa'ya sağ salim vardım. İşime gittim. Meksikalı arkadaşım Fabian da vardı buraya, onu da gördüm.
Ancak tabii ki maceralı yolculuğum sırasında (bkz: bir önceki ileti) valizim bana yetişememişti (Frankfurt havaalanında benim kadar hızlı koşamamış anlaşılan). Dolayısı ile Ottawa'ya vardığımda bir kayıp bagaj formu doldurmuştum dün. Bugün akşam benimle iletişime geçtiler ve az önce de evime bıraktılar valizimi sağolsunlar :)

Sonuç: Her şey yolunda ;)

6 Ekim 2008 Pazartesi

Kanada'ya Gelis Hikayem Vol.2 - Boston'dan canli yayin!

Ilginc, degil mi?

Huzurlarinizda Yunus Tasliel, macerali bir Kanada'ya gelis hikayesi ile daha karsinizda! Ama oraya gelmeden biraz background bilgisi verelim (Kanada'ya donmeden once Kanada'dan ayrilmis olmam gerekiyor, degil mi? )
Efendim ben gectigimiz hafta sonu bir cilginlik yaptim. AIESEC Kanada Genel Merkezi'nin benim ucak biletimi karsilamak uzere bana verdigi bursu, Adana'da ablamin nisanina katilmak icin kullanma karari aldim. Ayri bir macerali surecten sonra (bu kismi aileme sorabilirsiniz, onlar da online olarak surekli benimle beraber idiler. E 2 gun icinde ucuz Kanada-Turkiye gidis gelis bileti bulmak/almak kolay degil :) ) Eylul ayinin son Pazar sabahi erkenden biletlerimi alabildim, 30 Eylul Sali aksami ise coktan yoldaydim bile. Turkiye'de harika bir 3 gece - 4 gunden ve aileyle gecirilen sahane eglenceli ve bir o kadar da duygusal (insanin ablasinin istenmesine gelinmesi, hemen ardindan soz kesilmesi ve ertesi gun nisan yapilmasi fazlasiyla siradisi bir durum benim icin -anlatilmaz yasanir tadinda diyorum, baska bir sey diyemiyorum) zamanlardan sonra, yeniden dustum yollara. Bu gonderi de yol hikayemi anlatacak kisaca.
(Bu noktada bu gezi sirasinda ailemin bir cok uyesinin benim tahmin ettigimden daha siki bir "Bir'e Sifir'a Burundum, Yunus Oldum Gorundum" takipcisi oldugunu ogrenmemin de bu yaziyi su an yaziyor olmamda etkisi oldugunu belirtmeliyim. Annem sevdigim bir yemek yaptigi zaman bana "Sevdin mi oglum? Sen ye ben hep yaparim!" derdi. Bende de ayni duygu olustu simdi: "Begendiniz mi yazilari? Siz okuyun ben hep yazarim!" :) )

Efendim 5 Ekim Pazar sabahin korunde babam ve sevgili MK beni arabayla Adana havaalanina biraktilar. Dogal olarak duygusal gecen bir ayrilik sahnesinden sonra bekleme salonuna gectim. Ucak Istanbul'a zamaninda vardi, bu da Ataturk Havaalani'na geldigimde bir sonraki ucagima daha 4 saat kadar zaman olmasi anlamina geliyordu. Onceki gece hic uyumadigim icin (lafin gelisi degil, gercekten) sectim kendime bir sandalye, uzattim ayaklarimi itmeli bagaj arabasinda bekleyen valizimin ustune, kucuk ama guzel bir havaalani uykusu cektim oracikta. Sonra zaman geldi, check-in, pasaport kontrolu derken ucagimiza bindik. Ucakta oturdugum yerde arkamda Turkce konusan genclerden birinin benim gibi Kanada'da yasadigini ve Toronto'ya ucacagini ogrendim. Kafayi cevirip az muhabbet ettim kendisiyle, farkli bir sehirde yasadigini ogrendim arkadasin... Iyi dedim Kanada'da yasayan bir Turk'le daha tanistim... Simdi buraya kadar her sey normal.

Bu arada benim rotam: Adana -> Istanbul -> Frankfurt -> Toronto -> Ottawa seklinde. Bir gun icin pek kisa sayilmaz yani ama n'apalim, buldugumuz bilet boleydi :) Son 2 aktarma arasinda da 1 saat var. Ben Frankfurt'ta aktarma yapma isinin kolay oldugunu bildigim icin cok dert etmiyorum.. Neyse:

Istanbul'da resmen kar yagiyordu bu sabah sevgili dostlar... Bu yuzden biraz da gec binmistik ucaga ama korkulacak bir sey yok gibi idi. Sonra ucak 1 saat gec kalkinca durumun ciddiyetini anladik. Frankfurt'a geldigimizde bizim ucusun kalkis saati gelmisti! Ucakta butun transferlerle ilgili anons yapildi, bizim Toronto aktarmasi haric! Transit binasindan iceri girdigimizde bizim ucusun orada olmadigini gorduk, yani ucak bizim beklentilerimizin aksine bizi beklememiz ve Toronto'ya kanat acmisti bile. Gidip Lufthansa insanlarina sorduk, "Evet sizin ucak kacti.. Yapacak bir sey yok, Frankfurt'ta bir gece kalacaksiniz. Oteliniz ve yemekleriniz karsilanacak, gerekli ayarlamalari yaptik bile" dediler. Iyi dedik, otelimize gitmek icin soyledikleri yolu takip ettik, iki Kanada yolcusu Turk. Tabii yolda karsimiza bir porsiyon Pasaport Kontrolu cikti. Elinde Schengen Vizesi olmayan adami, birak oteli, ulkeye alirlar mi?
Aynen geri donduk. Birkac Lufthansa'ciyla daha konusunca durumumuz belli oldu: Geceyi transit alanindaki sandalyelerde gecirecektik... Tam bu durumun kritigini yapiyorduk ki, en son konusmakta oldugumuz biletci amca "ABD Vizeniz var mi?" diye sordu. Ben de "benim var" dedim. "Yarim saat sonra Boston'a bir ucus var" dedi. Bakti, yer vardi. Kanada ucusu ertesi gundu Boston'dan, Frankfurt'ta oldugu gibi. "Simdi karar vermen gerekiyor" dedi, "gidiyor musun, kaliyor musun?"
Boston ile ilgili hicbir fikrim yoktu. Orada bana kalacak yer bulup bulmayacaklarini da bilmiyordum ve o an sormak aklima gelmedi. Frankfurt'ta kalsam kaybedecek bir seyim yoktu, sadece biraz rahatsiz bir gece gecirecektim.. Ama Boston'da kuzenim Beste'nin arkadaslari oldugunu biliyordum. Eger bir yolunu bulup onlara ulasabilirsem, geceyi havaalani yerine onlarda atlatabilirdim...

Elimde amcanin verdigi biletten bozma el yazisiyla hazirlanmis kagit ve pasaportumla Frankfurt Havaalani'ni depar atarak gecerken, Harvard School of Public Health'te calisan en buyuk kuzenim Cem Abi'nin de esiyle birlikte Boston'da yasadigi aklima geldi! Sahane, hic bir seye ihtiyacim yoktu o zaman! Ona ulassam tamamdi.. Ama onun icin de internet bulmak lazim! Of, neden laptop'imi yanima almadim ki?..

Neyse en sonunda ucaga yetistim. Ucaga giren son kisiydim. Ben yerime oturdum, ayni anda yukardan "Boarding complete" uyarisini duydum! Ucak, bir onceki sefer oldugu gibi, tamamen doluydu. Daha sonra yanimdaki yolcuyla konusurken ogrendim ki, tamamen dolu olmanin otesinde "overbook" yapilmis, yani bazi koltuklar birden fazla kisiye satilmis ve bu yuzden bazi yolculara gidip "size su kadar para vericez yarinki ucakla giderseniz" demis Lufthansa :) Neyse efendim, bir sonraki durak malum: ABD'nin ogrenci sehri (!) Boston.

Ucaktan indik, dunya kadar guvenlik kontrolu (ABD'ye hos geldiniz) vs... Ciktim. Kalakaldim. Tanimam etmem bir yerdeyim... Cem Abi'ye nasil ulasacagim?.. Neyse, dedim, ilk once bir Lufthansa yetkilisi bulmaya calisayim... Orada otel ayarladiklarina gore belki burada da ayarlarlar...

Gercekten de oyle oldu! Ailenizin sansli uyesi Yunus gene dort ayak ustune dustu ve kendisini Boston Logan Havaalani'nin dibindeki Hilton'da buldu! Hem de aksam yemegi ve kahvaltimi da karsiliyorlar! :) Oooh :)

Iste boyle sevgili dostlar. Allah'tan burada ucretsiz (parayla degil sirayla calisan) bir internet de buldum, bu yuzden olayin heyecani dagilmadan yasadiklarimi sizinle paylasabildim. Daha detayli yazmak istiyordum ama artik fazlasi da sikabilir :) O yuzden musaadenizle simdi patronuma durumu anlatan bir mail yazayim (eyvah yukarida yazdiklarimi simdi bir de Ingilazca mi yazacagim bastan??? Saka saka, biliyorum daha ozet yazmayi :) ).

Hem daha az once yedigim buraya ozel Connoley's Pub Special Shephard's Pie'i sindirmem lazim dostlar, kusuruma bakmayin. E adamlar o kadar ugrasmis, biftek parcalarini kasarli patates puresi ve sebzeler esliginde firinlamislar, dunya mutfagina yeni lezzetler katmislar... Biz de hakkini verelim, degil mi canim? :P

9 Eylül 2008 Salı

Isim (ve Kanada'nin genel hava durumu :) )

Siz degerli okuyucularimi sikmamak adina mail ve chat formatinda, copy-paste-ve-azicik-edit tabanli, "burda yazilmisi var" tadinda gonderilerim devam ediyor.

Bakalim sevgili Babama buranin havalarini ve Alcatel-Lucent'teki isimi nasil anlatmisim...
--
Sevgili Babam,

Havalar su an sonbahar moduna girmis bulunuyor. Geldigim zamanki gibi insanlar kolsuzlarla ve sortlarla dolasmiyor artik... Usutucu bir soguk baslamadi ama yagmurlar filan basladi yavastan :) Tabi dedigin gibi bu havadir sagi solu belli olmaz babam :) Merak etme ama oglun her zaman tedarikli ;)

Babam ya bu Cuma evden calisma olayi bizim departmana ozgu bir sey. Simdi su sekilde oluyor: Ben aslinda Alcatel-Lucent Kanada'dayim fiziksel olarak ama biz global bir projede calisiyoruz. O yuzden surekli telekonferanslar fln oluyor. Her Sali sabah 7de iste olacagim mesela bundan sonra, telekonferansimiz oluyor cunku (bu sabah oldugu gibi). Bu arada sabah 7'de iste olmak 5'te uyanmak demek oluyor :) Tabi o sirada Avusturalya'da aksam saat 20:00 :) Durum boyle olunca her Sali hepimiz farkli kitalardan 20 kusur kisi olarak kendimize gore gunun farkli saatlerinde, ama aslinda ayni anda, toplantiya girmis oluyoruz :)

Tam olarak ne uzerine calistigimizi sorarsan, butun dunyadaki Alcatel-Lucent'lerin Insan Kaynaklari departmanlarinda ayni bilgisayar yaziliminin kullanilmasini saglamaya calisiyoruz.

Isimiz boyle bir sey oldugu icin 1 bilgisayar 1 telefon 1 internetin oldugu her yer ofis olabiliyor. Tabi benim evim icin bu 3 gerekliligin 2'si henuz yerinde olmadigi icin bu durum benim icin gecerli sayilmaz henuz :)

Yemek durumlari

Kanada'ya (biraz macerali da olsa) sag salim vardigimi duyanlarin, hemen arkasindan sikca sordugu sorularin basinda yemek konusu geliyor. Konuyla ilgili unlu viyolaci Beste Tiknaz benimle online bir roportaj gerceklestirdi. Iste alintilar :)
--
ben: yemek konusunu
guzel bi sekilde hallediyorum
biraz disarda yedim ilk zamanlar
simdi evde sistemimiz yavastan oturmaya basladi
dun temizlik yaptik arkadasla
artik ev agirlikli yicem
mikrodalga kullanarak basladim :)
turk kahvaltisi yapiyorum
bu sabah 5te kalkip 6da evden cikana kadar araya sikistirdim bi tane
konserve yiyorum


bestetiknaz: mikrodalga basta cok kurtarıyo tabii ama cok deva etme bayaa sağlıksız
16:49 ben: bi de bizim isyerinde her tarafta mikrodalga var
evet onun da farkindayim
o yuzden
WalMart'tan
8 parca tencere seti aldim
bestetiknaz: super
bestetiknaz: yunuscum diyodumki
konserve barbunya nohut fasulye al
onlar cabuk pipyo
pişiyo
ben: evet aldim
hatta dun yedim
bestetiknaz: yalnız onları once yıkıycan
ben: pisirmeden de yeniyo ya onlar :)
bestetiknaz: oylede
eğer once yıkar
ben: ogrenci usulu :D
bestetiknaz: sonra tencereye koyup yağ salça pişirisen baya bildiğin ev yemeği oluyo
neyse yunuscum
ben: hmm yag salca evet bunlardan almaliyim :)
tesekkurler

bestetiknaz: senin iyi keyfinin yerinde olmasına cok sevindim
baharatda guzel oluyo
:)
ben: hmm evet
bi de makarnali salata aldim 1 kusur kilo
cok ucuzdu :)
16:55 ye ye bitmio valla
guzel ama kolay oluo tadi da guzel

bestetiknaz: ben senide cok tutmiim de sen aslıyla konus
ben: ha bi de noodle yedim gecende tabii ki :)
bestetiknaz: onu ben bilmem ben makrnacı dilim bilirsin
16:56 ben: o makarna diil noodle!!
:)
16:57 bestetiknaz: ok
ben: :)
bestetiknaz: :p
ben: bestecim bu konustuklarimizin yemekli ilgli olan kisimlarini
bloguma koymak istiyorum
musaadenle

16:58 bestetiknaz: kendine iyi bk canım benim
ben: istersen adini cikarabilirim :)
bestetiknaz: koytabi koy
hatta bi tip daha
pilav tencereleri var gordunmu onları
ben: evet evet soyle butun dunya duysun :)
bestetiknaz: boyle pirinci suyu koyuyosun 10 dakka da makina pilavı
işte onu ordakiler bilmiyo..içine bizim usul az yağ karbiber tuzda koy
17:00 bak konserveleri pişirirken istersen az bi soğan...biraz sarımsak...oy oy oy
bestetiknaz: yemek yapasım geldi yawww
ben: oooy ooyy :P
bestetiknaz: yani seversen al
17:01 bide barillanın içi bişeyli li tortellinileri vardır
onlarda hemen pişer
17:02 ben: evet valla paraya kiyip barilla spagetti aldim birileri duysun
bestetiknaz: onu pişrirken tamamını su koyma az da sut eklersen, sutu krema gibi oluyo ustunede parmesan
ben: :)
offf

17:03 bestetiknaz: neyse bu aksam bu kadar yemek tarifi yeter biraz da yarına kalsın
opuyorum canım benim
ben: valla bestecim internete cikacagini duyunca birden asci damarin tuttu galiba :P
hahahaha

bestetiknaz: dur daa kek kurabiye tariflerim war :)
ben: AHAHAHAHAH
bestetiknaz: ama arkası yarı olsun
ben: :D :D
tamamdir :D

bestetiknaz: take care
miss you
ciaooooo

Kanada'ya varis hikayem

Not: Asagidaki gonderi bir yakinima yazilmis bir e-mail baz alinarak yazilmistir. Ilgili kisi konudan haberdardir :)
Not2: Artik isyerimden internete girebiliyorum. Yani nispeten daha cok iletisim kurabilecegim dunyayla. Oley :)
--
Sevgili arkadasim,

Interneti sormussun... Evimize internet tam olarak 14 Eylül Pazar günü gelecek. Yani o gün amcalar gelecek, büyük ihtimal aynı anda internet de gelir. Su an Starbucks'tayız :) yanımda 3 tane AIESEC'li toplantı yapıyor. Resmen internet bulmak için ordan oraya koşuyorum :)

Aktarma olayı şu şekilde gelişti: Bizim uçak İstanbul'dan 1,5 saat geç kalktı. Biliyorsun benim de Chicago'da transit için 95 dakikam vardı. Ama nasıl olduysa THY'nin pilot amcası havada biraz gaza bastı anlaşılan ve biz sadece yarım saat geç kaldık (1,5 saat geç kalmamıza rağmen). Ama o bir saat Chicago'da hiç bir işime yaramadı, çünkü orda pasaport kontrolünden geçiyorsun, sonra valizini alıyorsun, kendin elinle gümrükten geçiriyorsun. Ondan sonra yeniden check in yapıyorsun. Tabii ki benim sadece bunları yapmam 2 saati buldu ve uçağımı kaçırdım. Benim Chicago-Ottawa biletim American Airlines'tandı, oradaki teyze "Bizim bugün Ottawa uçağımız yok" dedi. Ben de "Nası ya?" dedim. Sonra kadın durdu durdu... Bana boarding pass'a benzer bir şey verdi. Sonra sordum ve ortaya cikti ki kadin bana United Airlines için vermiş onu. Eğer bilet varsa beni alabiliyorlarmış. United Airlines kontuarına gittim. Bu arada Chicago havaalanı çok büyük, 5-6 tane terminali var ve birinden diğerine trenle gidiyorsun! İşin kötüsü trene valiz arabasını sokamıyorsun o yüzden o iki dev valizi taşımak zorunda kaldım bazı yerlerde.. Neyse vardım United Airlines'a, Meksikalıya benzer bir amcanın sırasına girdim. Sonra sıra bana gelince benim valizlerin bu havayoluna göre BAYAĞI bir ağır olduğu ortaya çıktı :) Birazcik ABD Dolari vermek zorunda kaldım bu yüzden.. Ama kendime yer bulabildim en azından! Gene şanslı sayılırım çünkü küçük bir uçaktı Chicago-Ottawa uçağım ve sanırım yalnızca 1 boş yer vardı (o boş koltuk da benim yanımdaydı :) ). Uçağa yetişebildim yani sonunda, ama beklenenden 3-4 saat geç gitmiş oldum. Allah'tan beni Ottawa'dan alacak arkadaşa durumu anlatan bir mesaj atmayı akıl edebilmiştim Chicago'da. Elimde kalan 7 kontör de burada işe yaramış oldu. Ottawa'ya indiğimde oranın saatine göre saat 11-12 gibiydi.

Pasaport kontrolünü beklerken telefonum çaldı, açtım. 10 sn boyunca konuşmaya çalıştım biriyle, hiçbir ses duymadım. Sonra bir baktım -16 kontörüm kalmış (Yani şu an Turkcell'e borçlu sayılırım :)) Bu da demek oluyordu ki, eger arkadaslar gelmediyse/beklemediyse, havaalaninda kalakalacaktim. Pasaport kontrolünden geçtim, hemen ardından orada bir ofisten çalışma iznimi aldım. Valizimi beklemeye başladım. Bir tanesi geldi, diğer gelmedi! Bekliyorum bekliyorum, gelmiyor!... Sonra anons geldi: "Chicago uçağından gelen bütün valizler çıkmıştır. Eğer valiziniz gelmediyse lütfen kayıp valiz masasına gelin." Gittim. Uzun bir form doldurdum. Verdim formu. "Kısmet buymuş, çıkar bir yerden" dedim. Sonra tam çıkıyordum, uzakta bir yerlerde büyükçe bir yazı gördüm: "Ağır Bagajlar" gibi bir şey. Altında siyah bir şey var. Gittim, bir baktım benim valiz! :) Hemen attım valiz arabasına :) Sonra gidip kayıp valiz masasına durumu anlattım ve "Acaba beni beklemiş midir arkadaş? Ya gittiyse gelmediyse?" vs diye düşüne düşüne çıktım havaalanından. 3 kişi birden beni karşıladı! Ellerinde kocaman bir kartona yazmışlar: "WELCOME TO CANADA YUNUS!" :))))))))

Havaalanı maceram bu şekildeydi işte sevgili arkadasim.

Saat olayini da sormussun. Saat farkı olarak direk burayı GMT -5:00 olarak düşünebilirsin, yani aramızda 7 saat var (ben daha gerideyim). Kısacası, sizin için orada akşam saat 17:00 iken burada saat 10:00 oluyor.

Kendine iyi bak arkadasim,

Yunus

3 Eylül 2008 Çarşamba

Ise basladim! (ama hala internetim ve telefonum yok)

Sevgili yakinlarim :)

Yeni evime tasindim. Bugun isin ilk gunuydu ve her sey harikaydi!
Internet imkanim bu aralar sinirli. Eve internetin baglanmasi 10 gunu bulabiliyormus...

Kimse meraklanmasin, burada hayat super :)

Herkese selam!

22 Ağustos 2008 Cuma

YouTube'un Kapatilmasi ve Internette Sansure Tepki!

Sonunda YouTube'un kapatilmasiyla ilgili bir suredir bekledigim sosyal hareket basladi!

http://www.sansuresansur.org/

Hareket, bugun Milliyet'in mansetine cikti! Yerli-yabanci baska bir cok yayin organinda da yer aldi!

Sahane! :)

Hareketin manifestosu asagida (Kalin yerleri ben kalin yaptim :) )

-----
Bize göre:

Sansür, asla küçümsenmemesi gereken çok önemli bir konudur. Herkes bunun vehametinin farkına varmalıdır.

Ülkemizde son günlerde, özellikle sanal ortamda artan kontrolsüz bir sansür söz konusudur.

Gerçek hayatta suç olan şeylerin sanal hayatta da suç olması normaldir. Kimse birini öldürüp, bunun videosunu yayınlamamalıdır. Bunu engellemeye sansür denemez. Aynı şey tecavüz, çocuk pornosu, uyuşturucu madde temini gibi konular için de geçerlidir.

Gerçek hayatta suç teşkil etmeyen şeylerin sanal ortamda keyfi faktörlerle engellenmesi sansürdür.

Bazı kurallar koyulacaksa bu iyice, açıkça tanımlanmalıdır. Ucu açık söylemlerle iş keyfiyete bırakılamaz. Her önüne gelen, mahkemeye başvurup site kapattıramaz.

Müstehcenlik, intihara özendirme gibi belirsiz söylemler tek başına site kapatmaya yeterli olmamalıdır çünkü bunlar beraberinde "kime göre" sorusunu getirecektir ve bu kabul edilebilir bir şey değildir.

Porno suç değildir. Kimsenin fantezi dünyası kimseyi ilgilendirmemelidir.

Düşünce suç değildir. Herkes istediğini düşünmekte özgür olmalıdır.

Kapatılan sitelerin bazı meslek sahiplerini etkiliyor olabileceği gözardı edilmemelidir ve bu sitelerin sadece eğlence aracı olmadığı insanlara vurgulanmalıdır.

Ülkemize edilen hakaretlerin cezası bize değil, o hakaretleri edenlere kesilmelidir. Gerekirse site yönetimi ile görüşülmeli ve hakaret içeren videoların kaldırılması talep edilmelidir. Türkiye'yi internetten kovmak üç tane ergen çocuğun yapabileceği bir şey olmamalıdır.

Arka kapılar bularak yasaklanan sitelere girmeyi başarabilmek, sorunun çözümü demek değildir.

Sansür, sadece sanal ortamlarda değil, her ortamda var olabilen bir tehlikedir. Sanal ortamdaki sansürün sanata, resimlere, filmlere, kitaplara da sıçraması gayet mümkündür. Bu nedenle, sansürün her türlüsüne karşı durmak gerekmektedir çünkü sansür, bilgi alma özgürlüğümüzün kısıtlanması, haklarımızın çiğnenmesi ve bizim için neyin doğru olduğuna başkalarının karar vermesi demektir. Dolayısıyla sansür özgürlüğün ihlalidir.

Ve unutmamak, unutmaktan; ses çıkarmak, susmaktan her zaman için daha iyidir.

---

7 Ağustos 2008 Perşembe

Adana’da Küçük "TAC Reunion" :)

Adana’da kısa bir zaman önce Pasta Bahçesi adında bir pastane/restoran/café açılmış. Mekanın kalite ve keyfini, şehir ortalaması’nın gayet üzerinde buldum.

Geçtiğimiz Çarşamba günü TAC 2004 döneminden sevgili lise arkadaşlarım Erdem, Işıl, Mehmet Topal ve Beril* ile bu mekanda buluşma fırsatı yakaladık.


Buluşmadan notlar:

  • Bir gün öncesinden yapılan hızlı programa, tahmin edildiği gibi katılımcıların belli bir kısmı geç geldi (Mehmet Topal (yaklaşık 1,5 saat) ve Beril Baykam (yaklaşık 2,5 saat) gecikmeli olarak geldiler :) ).
  • Çok uzun zamandır bu kadar eğlenmemiştim! İnsan arkadaşlarını ne kadar sevdiğini ve özlediğini, sanırım onları yeniden görünce anlıyor...
  • Buluşmaya damgasını dönemdeki insanlar hakkında yaptığımız dedikodular vurdu. Merak etmeyin, dedikoduların konusu "kim şu an nerede, ne yapıyor?"dan fazlası değildi :) Herkes Facebook kültürünü paylaştı.

Takdir toplayan düşünceler:

· Beril'in "Ben mezun olunca Adana'ya döneceğim, burada iş hayatına atılacağım. Adana'da yapılacak çok şey var, buranın potansiyeline inanıyorum" demesi (Gerçek bir Baykam! :) )

· Işıl'ın siyasete bulaşmış olması

· Topal'ın 4 dönemde 3 farklı ülkede (Norveç, İngiltere ve Hollanda) geçecek olan bir yüksek lisans programına kabul edilmiş olması

· Erdem'in... hmm.. abi şimdilik seninle ilgili bir şey bulamadım ama biliyorsun seni genel olarak takdir ederim :P

Buluşmamızda Adana’nın "küçük şehir" olmasının avantajlarını da aşağıdaki şekillerde yaşadık:

  1. Lise hayatım boyunca servise aynı noktadan bindiğim arkadaşım Işıl'ın yolda Erdem ile karşılaşması sonucu onun da etkinliğe dahil olması
  2. Adana'da yaşayan teyzem Ümit Sezginsoy ve eniştem Yüksel Sezginsoy'un, Pasta Bahçesi'nde otururken bizim (muhtemelen özellikle de benim) yüksek sesli kahkahalarımızı duyması
  3. Yukarıda adı geçen kahkahaların, bizim o anda ne kadar eğlendiğimizi teyzemlere anlatması.
  4. Daha sonra aynı zamanda komşumuz olan teyzemlerin bu durumu annemlere anlatması.

Günün devamını Erdem ile bizim evde ülkeyi kurtararak, Ali Baba'dan getirttiğimiz hamburgerleri ve Hasan Usta'dan getirttiğimiz kebapları yiyerek geçirdik. Geleneksel Adana lezzetleri, olmaları gereken yere yönlendirildiler kısacası (bkz: Erdem ve benim midelerimiz).


(Erdem evde çektiğin fotoğrafı gönder de buraya koyayım :) )


Adana mini TAC-reunion, bugün de önce Erdem'le buluşmamız, ardından da Senem'le Özsüt'te buluşmamız ile sürdü. Bu buluşmaya ise Senem'in özel hayatı, benim yıllar sonra Senem'i görmeme rağmen kendisiyle uğraşma performansımdan hiçbir şey yitirmemiş olmam ve Senem'in Özsüt'te karşı duyduğu genel hoşnutsuzluğu damgasını vurdu.


Erdem'le olan birlikteliğimiz, yarın yapacağımız deneysel aktivite ile sürecek. Yarın sabah Erdem'in annesinin ofisinde 24 dizisinin 6. sezonunu hiç ara vermeden kaç saat izleyebileceğimizi göreceğiz.

Gelişmeler için bizden ayrılmayın efendim.

--

* in order of appeareance ;)

5 Ağustos 2008 Salı

Isletmenin de Muhendisligi mi olurmus?

Ben de ilk defa "Isletme Muhendisligi" terimini duyunca, bu gonderinin basligindaki tepkiyi vermistim. Ama ne zaman takvimler OSS 2004'un ardindan tercihleri yapma tarihini gosterdi, biraz daha arastirmaya basladim.

Bakalim cicegi burnunda mezunu oldugumuz bolum, Sabah'in Is'te Insan ekinde nasil bir yer bulmus kendine...

---
Hem mühendis hem yönetici yetiştiriyor

Hakkında az şey bilinse de İTÜ'ye bağlı İşletme Mühendisliği Bölümü, adaylar için fark yaratan bir tercih olabilir.

Sayısal düşünme yeteneği yüksek olan yöneticiler, iş dünyasının da en çok aradığı kişiler konumunda. Mühendislikle işletmecilik formasyonunun bir arada olması gereğinden hareketle 1977 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) tarafından kurulan "İşletme Mühendisliği Bölümü", bu niteliklere sahip kişiler yetiştiren tek bölüm Türkiye'de. Bir başka deyişle iş dünyasında stratejik kararlar verebilme yeteneğine sahip mühendislerin yetiştiği İşletme Mühendisliği Bölümü, merak edilen ama hakkında pek az şey bilinen bir okul. ÖSS tercihlerinin yapıldığı şu günlerde bölüm hakkında biraz daha fazla bilgiye sahip olan adaylar, önemini her zaman koruyacak bir alanda daha bilinçli bir tercih yapma şansı bulabilirler. Bir lisans programı olan işletme mühendisliğinde derslerin yüzde 23' temel bilimler, yüzde 21'i temel mühendislik, yüzde 34'ü matematik tasarımı ve yüzde 22'si sosyal bilimler alanını kapsıyor. Matematik, fizik, kimya gibi temel bilimlerin yanı sıra ileriki yıllarda öğrenciler istatistik, bilgisayar programcılığı, ekonomi, maliye, hukuk, sosyal psikoloji gibi alanlara ilişkin dersler de alıyor. İşletme mühendislerini diğer işletme mezunlarından farklı kılan ise mühendislik ve sayısal yöntemlerle kazanılan analitik düşünme becerisine sahip olmaları. Mezunlarına banka ve sigortacılık hizmetlerinden turizme, imalat sanayiinden reklamcılık sektörüne geniş bir yelpazede çalışma imkanı sunan işletme mühendisliği, özellikle kariyerinde üst düzey yöneticiliği hedefleyen adaylar için fark yaratan bir ilk adım...


Yazinin devami icin tiklayiniz efendim :)

---

22 Temmuz 2008 Salı

Ver elini Kanada!

10 Temmuz 2008 Persembe gunu hayatimin akisini degistirecek bir haber aldım: Tam bir haftadir bekledigim cevap, Alcatel-Lucent Kanada’dan, (hem de en olumlu sekilde :) ) geldi! Yani bir yıl boyunca Kanada’da yaşayacağım ve aynı zamanda Alcatel-Lucent firmasinin İnsan Kaynakları departmanında maaşlı, full-time AIESEC stajı yapacağım!

Hiç merak etmeyin, Kanada’dan en guncel haberleri blogumda bulacaksiniz ;)

Blog derken?

Blog kelimesi “Web Log” yani “Internet Kutugu” ya da “Internet Gunlugu” kelimesinden geliyor. Yani, eskiden biz genclerin icini her gun doldurup, bir de bulunmasi halinde okunmasini engellemek icin ustune kilit vurdugumuz gunluklerin, butun dunyaya acilmis hali.

“Ya bir insan neden boyle bir sey yazar ki?” sorusunun cevabini baska bir post’a birakarak, isin teknigine gelmek istiyorum simdilik:

Blog’lar en guzel tek baslarina degil, butun sanal ag okyanusundan (bkz: internet) derlemeler halinde okunduklarinda lezzetli olurlar. Yani belki sevgili annem ya da babam icin ilk seferde yalnizca benim blogumu takip etmek yeterliymis gibi gelebilir, ancak onlar da daha sonra kendi ilgi alanlarinda yazan (ya da iletisim halinde olmak isteyecekleri) daha farkli insanlarin bloglarini gordukce daha fazla blog takip etmek isteyeceklerdir. Bu durumda kullanilmasi gereken bir RSS (Really Simple Syndication) okuyucudur. RSS okuyucular sayesinde internette okumak / izlemek / dinlemek, kisacasi takip etmek istediginiz her seyi tek bir yerde toplayabilirsiniz. Ben sahsen okuma amaciyla Google Reader’ı kullaniyorum. Soyle ki:



Soyle bir ornek vereyim: Su an Turkiye’deki butun gazetelerin internet sayfasinda yayimlanan kose yazilarinin RSS destegi olsa idi, Google Reader kullanarak kendinize her gun Aksam gazetesinden Serdar Turgut, Hurriyet’ten Bekir Coskun, Taraf gazetesinden Ahmet Altan, Olmayan Gazete’den Fatih Altaylı ve Vatan’dan Mine Kırıkkanat’ın yazılarından oluşan bir özel gazete yaratabilirdiniz. Ancak ne yazik ki bu henuz Turkiye icin yeni sayilabilecek bir teknoloji ve bildigim kadariyla su an yalnizca Radikal gazetesinin internet sitesi RSS desteği sunuyor.

Son not: Bloglarda en son yazilan post en yukarida durur. Dolayisi ile kronolojik sırayla okumak isterseniz yukaridan asagiya degil asagidan yukariya dogru okumalisiniz :)

17 Temmuz 2008 Perşembe

Bir'e Sıfır'a büründüm, Yunus oldum göründüm...

"Bu aralar yazmaya başlayacagim blog’um icin nasil bir isim bulacagim?” diye hic sormadim kendi kendime. O kendiliginden geldi.

Henuz Yunus Emre kulturum, Yunus Emre’nin hak ettigi seviyede degil. Ancak unlu sozlerinden biri (Ete kemige burundum, Yunus oldum gorundum) bana cok buyuk bir ilham kaynagi oldu.

Kendimi tanitirken hep hem sag beyin, hem sol beyin insani olarak tanitiyorum (hem isletmeci, hem muhendis; hem IK’ya ilgili, hem teknolojiye; hem sanatci ruhlu, hem analitik, [hatta hem kendini beğenmiş, hem mutevazi {her ne kadarken yazarken mutevazi olamasam da :) }] vs.). Tam da bu yuzden Yunus Emre’nin bu sozunun biraz degismisi blog’um icin mukemmel ismi olusturdu: Burada et ve kemigimle karsinizda degilim, ama bir ve sıfırlarla karsinizdayim. Ve de oldugum gibi karsinizdayim, Yunus olarak yani.
Bir’e ve Sıfır’a burunmek “muhendis” beni temsil ederken, Yunus olarak gorunmek de “sanatci” beni, ya da insan olan beni simgeliyor.

Blog’um vatana millete hayirli olsun! :)